Kur’an’da Yaratılış, Terbiye ve Ahlak İlişkisi

Prof. Dr. Faiz Kalın 2024-10-24

Kur’an’da Yaratılış, Terbiye ve Ahlak İlişkisi

Öz

Kur’ân fıtratın temiz olduğundan doğruları kabule ve öğrenmeye elverişli olduğundan bahsetmektedir. Fıtrata sahip çıkılmasıyla güzel ahlakın elde edileceğine vurgu yapan Kur’ân aksi durumun, kronikleşen sosyolojik, psikolojik, ekonomik, hukuki, iktisadi, itikadi ve ahlaki sorunları beraberinde getireceği konusunda uyarıda bulunmaktadır. Kur’ân, fıtrat üzere yaratılan insanın eğitim ve öğretimle güzel ahlakı kazanacağını dikkatlere sunmakta, model olarak Hz. Peygamber’i göstermektedir. Eğitim ve öğretimin önce inançla başladığına dikkat çeken Kur’ân, kendisine inananların koyduğu ilkelere tavizsiz uymalarını istemektedir. Böyle bir hayatın programlı ve disiplinli olduğu açıktır. Dürüstlüğün ve adaletin temel esas alındığı bu eğitimde başkalarının hak ve hukuku kendi hak ve hukuku kadar önemlidir. Esasen evrenin bütün birimlerinin pedagojik olarak eğitim ve öğretimin her alanında aktif bir fonksiyon icra ettiği görülmektedir. Gökteki ayın kendine has evreleri ile insanlara ayları, senelerin sayısını ve hesabı öğretmesi, güneşin doğuş ve batışı ile günleri, gece ve gündüzü, gündüz içinde ki hareket aşamaları ile ibadet vakitlerini belirlemesi, insanlığı disiplinli bir hayat yaşamaya alıştırmakta, eğitmektedir. Bu ise pedagojinin; psikolojik, sosyolojik, muamelat ve ahlak alanını kuşatan bir realitesidir.

Giriş

Bu çalışma, fıtrat nedir, ne anlama gelmektedir, eşya ile ilişkisi nedir, fıtrat yok edilebilir mi, yok edilen fıtrata tekrar dönülebilir mi, fıtratın iyi veya kötü seyreden hayatla ilişkisi var mıdır; varsa bu ilişki nereye kadar sürer, sınırı nedir, Kur’ân fıtrat konusuna nasıl bakmaktadır; fıtratın eğitim ve öğretimle, güzel ahlakla ilişkisi nedir, hangi konularla ilişki içindedir; eşyanın fıtratı varsa mahiyet ve keyfiyeti nedir, nasıl anlaşılmalıdır? gibi sorulara cevap aramaktadır. Allah’ın yarattığına “yaratılış kodları” yerleştirmesi, bu kodların ilahi imza hükmünde olduğu şeklindeki açıklamalar, eşyanın yaratılış kodları sayesinde hüviyet/ kimlik sahibi olduğunu anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Eşya bir yaratıcı elinden çıktığını fıtratıyla açığa vurmaktadır. Eşyanın fıtratı onun formatıdır. Allah, Fâtır ismi ile eşyayı yaratırken ona mührünü basmıştır. İnsanda bu formatla eşyayı tanımış, isim vermiş, tanımaya ve isimlendirmeye devam etmektedir. Yetişme ve gelişme bütün canlılarda görülürse de terbiye daha çok insan hakkında kullanılan, onun bedeni, zihni, ahlaki gelişmesini ve olgunlaşmasını ifade eden bir terim haline gelmiştir. Bu konuyu anlatan bir başka ifade ise eğitim kelimesidir. Eğitim Fransızca ve İngilizce’de education kelimesi ile ifade edilmektedir. Eğitim geniş anlamda insanın yeteneklerinin, özellikle ahlak yetilerinin geliştirilmesi için ona yön ve biçim verilmesi; bu yolda yapılan bilinçli ya da bilinçsiz etkilerin tümüne denir. Dar anlamda ise insan gelişiminin düzenli, bilinçli olarak yönetilişi ve etkilenişi demektir. Bütün peygamberlerin tevhid mücadelesine karşı çıkanlar önce fikir ve inanç özgürlüğüne tecavüz etmekte, ardından insanların eğitim ve öğretimine, güzel ahlaka sahip olmasına, hukukuna tecavüz etmektedir. Küfür, nifak, zulüm eylemlerinin sahiplerinin insanlığın ahlaken gelişmesine karşı çıkışlarının temelinde yatan gerçek, kendi düzenlerinin bozulmaması isteğidir. Buna bağlı olarak fesat devreye girmekte, bireysel ve toplumsal bakışı etkilemektedir. Firavunlaşanların bile fıtratları hakikati kabule uygun bir yaratılışa sahip olmasına rağmen doğru yolda işletilmeyen fıtrat, sahibini tarihte sembol olan şekavet çizgisine taşımaktadır. Kur’ân Firavun gibi birçok figürden bahsederken insanlığa fıtratın dünya ve ahireti güzelleştirecek istidatta yaratıldığını dikkatlere sunmaktadır. Fıtratın doğru yönde işletilmesiyle, Hz. Lokman’ın çocuğuna yaptığı nasihatin çizdiği rota yönünde inançla birlikte, hayatın psikolojik, sosyolojik, ekonomik, biyografik ve emniyet düzeni sağlanacaktır. İslâm’ın anahtarı olan kelime-i tevhit, nefy edatı ile başlamakta önce ilahları reddetmekte sonra tevhidi ifade etmektedir. Böylece fıtratı kirleten ve körelten yanlışları tevhid inancından ayrıştırmaktadır. Ahlak; insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünü demektir. Cahiliye döneminin ahlaki anlayışlarının arkasında duygularını tatmin etme, gösteriş, hayranlık duygusu uyandırma, şöhret kazanma arzusu yatmaktadır. Kur’ân geçici hazlara düşkünlüğün karşısına, insanın nefsini dizginlemesini, tabiatını öfke ve şiddetten korunması anlamına gelen hilm ve şefkati koymaktadır. Bundan yoksun olanlar Hz. Peygamber’in büyüklüğünü ve ahlakını anlayamayınca birtakım deliliklerde bulunmaktadırlar. Bunu zamanla sınırlamak elbette ki yanlıştır. Dün sergilenen negatif bakış ve tavırlar her dönemde mevcuttur. Kur’ân bu anlayışın karşısına ahlakın evrensel ilke ve modellerini koymaktadır. Bu ilke ve modellerin hayata uygulanması eğitim, meyvesi ise ahlaktır. Fıtraten temiz ve güzel yaratılan insanın, Kur’ân’ın emrettiği, Hz. Peygamber’in icra ettiği eğitimle daha güzel bir noktaya geleceği, tarihe düşülen evrensel bir nottur. 

Fıtrat

Fıtrat, yaratılış, hilkat, (Komisyon, 2005, s. 699) insanın dini kabule hazır yaratılması demektir. (Cürcânî, 2007, s. 246) Fıtrat, ikiye ayırmak, yarmak, icat etmek, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş anlamında kullanılmaktadır. İlk yaratılış bir bakıma mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması şeklinde telakki edildiğinden fıtrat kelimesiyle ifade edilmiştir. Şu halde fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtmektedir. (İbn Manzûr, 2008, s. 2/875-877) Yaratılış sırasında Allah’ın türlere kazandırdığı bu temel yapıdan dolayı aynı kökten gelen fâtır kelimesi Kur’ân’da Allah’ın isimlerinden biri olarak zikredilmektedir. (Kur’an-ı Kerim, 6:14; 35:1; 39:46) Terim olarak, insanın doğuştan sahip olduğu bütün özelliklerini ifade etmektedir. (Hökelekli, 1996, s. 47) Din ise uyulması istenen İslam hukuk kurallarına ve dini kanunlara verilen isimdir. (Cürcânî, 2007, s. 174) Bu kanunların öğrenilmesi ve uyulması fıtratın esas unsurlarından olduğu, nasların ortaya koyduğu, aklında kabul etmesi gereken bir gerçektir. Ancak Kur’ân, insanın imtihan için yaratıldığına, bu imtihan sebebiyle herkesin hür iradesiyle kendi mizacına göre dilediği yolu seçip ona göre hareket etme muhtariyetine sahip olduğuna dikkat çekerken شاكلته على يعمل ّ كل قل deki “ herkes kendi yapısına uygun işler görür (Ebu’s-Su’ud, 2010, 5/248; Kur’an-ıKerim, 17:84; Razi, 2009, s. 21/30; Yazı, t.y., s. 5/3197) diye buyurarak ayette geçen “şâkile” kelimesinin karakter, mizaç, niyet, din manalarına geldiğine işaret etmektedir (Bilgiz, 2006, s. 126-132). Bir başka açıklamaya göre fıtrat, Allah’ın mahlûkatı bir takım şeyleri yapacak yeteneğe namzet olarak yoktan var etmesidir. Nitekim Rûm, 30. ayette Allah’ın insanları fıtrat üzere yarattığına işaret edilmektedir. Bu Allah’ın kendisini bileceği ve tanıyacağı yetenek ve kudreti insanda yaratması şeklinde açıklanmaktadır. (Râgıb el-İsfahânî, 2009, s. 640) Eşyanın fıtratını yalnız “Fâtır” olan Allah koyar. Fâtır olan Allah bir şeyi sadece yaratmakla kalmaz, o yarattığına bir de “yaratılış kodları” yerleştirir. Bu kodların ilahi imza hükmünde olduğu şeklindeki açıklamalar, eşyanın yaratılış kodları sayesinde hüviyet/kimlik sahibi olduğunu anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla fıtrat ilahi formattır; (İslâmoğlu, 2013, s. 2/1052-1068) şeklindeki açıklamalar konuya daha da açıklık getirmektedir. Eşya, bir yaratıcı elinden çıktığını fıtratıyla açığa vurmaktadır. Eşyanın fıtratı onun formatıdır. Allah, fâtır ismi ile eşyayı yaratırken ona mührünü basmıştır. İnsan da bu formatla eşyayı tanımış, isim vermiş, tanımaya ve isimlendirmeye devam etmektedir. Fıtrat, Hz. Âdem’e Allah’ın, isimleri öğretmesi (Kur’an-ı Kerim, 2:31) ile ilgilidir. Öğretim-eğitim, ilerleme ve gelişme insanın fıtratına yerleştirilmiştir. Konunun geçtiği ayette sözü edilen “öğretim”in gerçekleşmesinde “fıtrat” fonksiyoneldir. Eğer Allah eşyaya fıtrat vermemiş olsaydı, eşyanın hüviyeti/kimliği olmazdı, böyle bir durumda insan eşyaya isim veremezdi. (İslâmoğlu, 2013, s. 2/1063) Fıtratın ilahi format olduğuna عابدون له ونحن صبغة اهلل من احسن ومن اهلل صبغة” Allah’ın boyası… Kim Allah’tan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz (bunun için) yalnız O’na kulluk ederiz!”( Kur’an-ı Kerim, 2:138) ayeti delil gösterilmektedir. Allah’ın boyası manasına gelen “sıbğatullah” ile ilâhî formatın kastedildiğine işaret edilmektedir. O boyanın üzerine sürülecek her boya sentetik olarak açıklanmaktadır. Dolayısıyla o sentetik boyaların asla, fıtrat boyasının yerini tutmayacağının altı çizilmiştir. Fıtrat kaybolmaz, ancak insan fıtratından uzaklaşabilir, fıtratını bastırabilir veya âtıl bırakabilir. Nitekim dinden yüz çevirenler, kâfir, münafık ve müşrikler, fıtratlarının üzerlerini örtmekte, ondan uzaklaşmaktadırlar. (Öge, 2004, s. 248-256) Zaten “kefera” kelimesinin lügat manası ve Kur’ân öncesi kullanımına baktığımız zaman (Yılmaz, 2014, s. 167-168) Kur’ân’ın fıtratını örterek hakikatten uzaklaşanlara “kâfir” dediğini daha iyi anlayabiliriz. (Izutsu, t.y., s. 60-65) Bu örtü, bazen çok kalın bir yapıya ulaşarak insanın fıtratına dönüşü imkânsız hale getirmektedir. İşte bu hali Kur’ân, duyular bağlamında “kulağın mühürlenmesi, gözlerin perdelenmesi” (Kur’an-ı Kerim, 2:7) olarak beyan etmektedir. Fıtrat ilahî format olduğu için insanın özüne dönmesi her zaman mümkündür. Bu “tevbe ve istiğfar” kavramlarının hayata geçirilmesiyle gerçekleşmektedir. Bazen yılların kronikleşen hatalarını, bir sabah ezanı veya insanın yaşadığı elim bir hadise temizleyebilir. (İslâmoğlu, 2013, s. 2/1064)

Eğitim ve Öğretim

Disiplinli bir inceleme sonunda Kur’ân’ın her ayetinin hedefinde eğitim-öğretim ve güzel ahlakın olduğu görülmektedir. İtikat, ibadet, muamelâtla ilgili ayetler üzerinde inceleme ve araştırma yaptığımızda eğitim ve öğretime nihayetinde güzel ahlaka ulaşırız. Modern bilimin pedagoji diye ifade ettiği kelime, eğitim bilimi diye açıklanmaktadır. (Komisyon, 2005, s. 1589) İslâm kültüründe genellikle öğretimin karşılığı olarak tâlim, eğitimin karşılığı olarak terbiye kullanılmaktadır. Ayrıca öğrenim için tahsil, daha çok eğitimi ifade bağlamında tedris, te’dib, tehzîb, siyaset, tezkiye ve irşad gibi kelimelere yer verilmektedir. Sözlükte “bir şeyi gerçek yönü ile kavramak, bir nesnenin şekli zihinde oluşmak, nesneyi gerçek haliyle bilmek” anlamındaki ilim kökünden türeyen ta’lîm, birine bilgi öğretmek, ders okutmak demektir. (Râgıb el-İsfahânî, 2009, s. 580) Bilgi öğretme işini yapana mu’allim, öğrenene müte’allim denir. Korumak ıslah etmek, gözetmek, yükseltmek anlamındaki “rabv” kökünden türeyen terbiye kelimesine “çocuğu veya ekini besleyip büyütmek” manası verilmektedir. Terbiye, “bir şeyi en mükemmel derecesine ulaşıncaya kadar adım adım inşa etmek” diye tanımlanmaktadır (Kazıcı & Ayhan, 2010, s. 39/515). Arapça “rab” kelimesi başka bir dilde tek bir terim ile kolayca ifade edilemeyecek kadar geniş ve girift bir anlamlar demetini kuşatır. Bu ifade bir şeyin sahipliği ve bunun gereği olarak o şey üzerinde otorite iddiasında bulunma ve bir şeyi başından sonuna kadar kurma/ oluşturma, sürdürme ve besleme kavramlarını içerir. Kur’ân’da lam-ı tarifle başlayan “Rab” kelimesi objektif ve kavramsal olarak özellikle bütün kâinatın yegâne besleyicisi ve idame ettiricisi, her türlü otoritenin nihai kaynağı olan Allah için kullanılır (Esed, 2015, s. 46). Zaten ‘alemîn kelimesine muzâf olarak Rabbu’l- ‘Alemîn (Kur’an-ı Kerim, 1:2) terkibiyle kullanıldığında hem maddi hem de manevi bütün varlık kategorilerini içine aldığı anlaşılmaktadır. Yetişme ve gelişme bütün canlılarda görülürse de terbiye daha çok insan hakkında kullanılan, onun bedeni, zihni, ahlaki gelişmesini ve olgunlaşmasını ifade eden bir terim haline gelmiştir. Bu konuyu anlatan bir başka ifade ise eğitim kelimesidir. Eğitim Fransızca ve İngilizce’de education kelimesi ile ifade edilmektedir. Eğitim geniş anlamda insanın yeteneklerinin, özellikle ahlak yetilerinin geliştirilmesi için ona yön ve biçim verilmesi; bu yolda yapılan bilinçli ya da bilinçsiz etkilerin tümüne denir. Dar anlamda ise insan gelişiminin düzenli, bilinçli olarak yönetilişi ve etkilenişi demektir (Akarsu, 1979, s. 66). Kur’ân Müslümanları bitkiler, hayvanlar, tarih coğrafya ve astronomi gibi alanlarda inceleme ve araştırmaya teşvik etmektedir. Başlangıçta dini bilgilerin öğretilmesine önem verilmekle birlikte Hz. Peygamber’in gayretini ruhani ve manevi saha ile sınırlandırmak mümkün değildir. Bedir gazvesinde ele geçirilen esirlerin okur-yazar olanlarından her birinin Medineli on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğretmesi karşılığında, 4000 dirhem tutarındaki fidyeden muaf tutulması, Hz. Peygamber’in eğitim ve öğretime verdiği önemin açık göstergesidir (Kazıcı & Ayhan, 2010, s. 39/515). Tevhidi yakalamada, ibadetlerde, hukukta, ahlakın kemale ermesinde veya tefessüh etmesinde, temizlikte, sanatta eğitim ve öğretimin rolü açıktır. Kur’ân, okumayı “إقرأ: oku” lafzıyla direkt emretmektedir. Söz konusu emir ile evrende okunacak şeylerin tamamının okunması ile Yüce yaratıcıya varılacağı anlaşılmaktadır (Râzî, 2009, s. 32/15-118). Kur’ân’a göre yaratıcıyla insan arasındaki ilk iletişim insanın yaratılışıyla başlamıştır. Onu yaratıp okumayı, düşünüp açıklama yapmayı öğreten O’dur (Kur’an-ı Kerim, 55:1-4). Öğretimle düşünme arasındaki ilişki, düşüncesizliği devre dışı bırakmaktadır. Okuma eyleminin gerçekleşmesi ile eğitim ve öğretim başlamakta, düşünüp açıklama yapılacak yola girilmektedir. Kalemden bahsedilen ayetle (Kur’an-ı Kerim, 96:4) yazıya ve ilmin kaydedilmesine işaret edilmektedir (Râzî, 2009, s. 32/15-118). İlimin okuma ve yazı ile ilerleyeceği Kur’ân’la insanlığın dikkatine sunulmaktadır. Böylece kalkınma ve gelişmenin başladığına işaret edilmektedir. Ayrıca yazı ve okumanın araç ve gereçlerinin şartlara göre temini eğitim ve öğretim açısından önemlidir. Nitekim Kur’ân’ın yazı ile tespiti, cem’i ve teksirinde bunlar tarihin kaydettiği bir gerçektir. Asr-ı saadetten itibaren hıfz ve yazı ile başlayan öğretim ve eğitim hareketi, Kur’ân’ın sonraki asırlara ve bütün mekânlara taşınmasında faaliyet alanının kapsamını, semeresini göstermektedir (Cerrahoğlu, 1976, s. 62-68). Ancak, bu noktada duyuların arkasında ve merkezinde insan beyninin olduğuna, bilimin ortaya koyduğu bir gerçek olarak açıklandığına işaret etmek gerekir (Kara, 2015, s. 257-258). Disiplinli bir inceleme ile Kur’ân’ın, güzel ahlaka ulaşmada akıl, kalp, duyular ve beynin sürekli ilişkisini ortaya koyan bir yapıda olduğu görülmektedir. Eğitim ve öğretim açısından söz konusu koordinasyonun önemi açıktır. Bütün verilerin kalbin tasdik veya reddiyle sonuçlanmasını bize öğreten yine Kur’ân’dır. Bu noktada fıtratına uygun olarak hayır yolunu seçenlerin toplumun ahlaki yapısına olan katkısı önemlidir. Kölelerin azadı, şiddetli bir açlık gününde yetimi veya yerde sürünen bir yoksulu doyurmak öğretimin eğitime dönüşme hali, bulunduğu toplumu bir birine kenetleyen bir vücudun azaları yapan ilke ve pratiklerdir. (Kur’an-ı Kerim, 90:8-16) Diğer taraftan “nûn” ن harfi hakkında yapılan açıklamaların yazının malzemesine, kalem ve yazının menşe’ ve gayesine, hokka ile mürekkep olarak yapılan açıklamalara çekilen dikkatler, eğitim ve öğretime işaret etmekte, kalemle kaydedilen satırlara, (Kur’an-ı Kerim, 68:1) onların önemine yönlendirmektedir. Kalemin (Kalem-i A’lâ’nın), yaratılışın bidayetinde yer aldığı, Allah’ın emri ile bidayetten kıyamete kadar olacakları yazdığı hakkındaki rivayetler, (Yazır, t.y., s. 9/5253-5255) bir başka cihetle dikkat çekicidir. Esasen evrenin bütün birimlerinin pedagojik olarak eğitim ve öğretimin her alanında aktif bir fonksiyon icra ettiği açıktır. Gökteki ayın kendine has evreleri ile insanlara ayları, senelerin sayısını ve hesabı öğretmesi, (Kur’an-ı Kerim, 10:5) güneşin doğuş ve batışı ile günleri, gece ve gündüzü, ibadet vakitlerini belirlemesi, (İn Kayyim el- Cevziyye, 1988, s. 51; Kur’an-ıKerim, 2:187; 17:78; 24:58) ısı ve ışığının insana hayat vermesi, pedagojinin psikolojik, sosyolojik, muamelat ve ahlak alanını kuşatan bir realitesidir. Kur’ân, dikkatleri insanın yaratılışına, (Kur’an-ı Kerim, 86:5) evrene (Kur’an-ı Kerim, 7:185) ve evrende olup bitenlere (Kur’an-ı Kerim, 50:6) çekerken itikâdî, ameli ve ahlakî dersler vermektedir. Hz. Âdemin çocukları arasında çıkan anlaşmazlık neticesinde kardeşini öldürüp, ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için Allah’ın, yeri eşeleyen bir karga göndererek katil kardeşe bir ölünün defnini öğretmesi (Kur’an-ı Kerim, 5:31), pedagojiye mührünü vuran bir vaka olarak insanlık tarihine not düşmüştür. Pedagojik açıdan zikredilmesi gereken bir başka kelime ise müşahededir. Müşahede, ya gözle ya da basiretle gerçekleşir. Görme, tanıklık etme, gözlem, müşahede altına alma, sürekli gözlem altında tutmak, (Râgıb el-İsfahânî, 2005, s. 1441) müşahedeyi ifade etmektedir. Görülen algılanan şeyler için “müşahede edilen” şeklinde bir kullanımı vardır. “Meşâhidu’l-hac” hac yerleri, haccın menâsik” yerleri için kullanılan bir ifadedir. (Râgıb el-İsfahânî, 2009, s. 640) Hiç şüphesiz söz konusu mekânların pedagojik açıdan önemli bir değeri vardır. Pedagojinin tarihi seyrine de ışık tutan, sembol olarak değerlendirilen bu yerlerin sosyolojik, psikolojik, itikadî, ahlaki açıdan değerlendirmesi yapılmalıdır. Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı nasihatin çocuk eğitiminde önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Ancak eğitim ve öğretimde eğitici konumda olan Hz. Lokman’a hikmet verildiğine işaret edilmektedir (Kur’an-ı Kerim, 31:12). Öğretim ve eğitimin hikmet üzere yürütülmesine eğitimcinin sağ görüşlülük, feraset sahibi olma, ariflik, bilgelik, felsefe manalarına gelen hikmetle (Mutçalı, 1995, s. 187) donatılmasına ışık tutmaktadır. Çocuk eğitimiyle ilgili önemli bir yere sahip olan bu nasihatte öncelik tevhide, Allah’a şirk koşmamaya verilmektedir. Ardından sırasıyla çocuğa şirkin dışındaki konularda anne babasına iyi davranması, yapılan iyiliğin kaybolmayacağı, namazı dosdoğru kılması, iyiliği emredip kötülükten nehy, kendisine isabet eden kötülüklere sabırlı olması, insanları küçümseyip surat asmaması, yüz çevirmemesi, böbürlenmemesi, yürüyüşünde tabii olması, sesini alçaltması öğütlenmektedir (Kur’an-ı Kerim, 31:13-19). Dikkat edilirse yapılan nasihat itikat ile başlayıp, ibadetle bütünleşerek, güzel ahlakı gerçekleştirmektedir. Başka bir bakışla fertten başlayıp anne baba ile bütünleşerek toplumun esasını teşkil eden aile düzenini disiplinize etmeyi, toplumun ıslahını, davranışlarda olgunlaşmayı, güzel ahlakı hedeflemektedir. Kur’ân’daki kıssaların eğitim ve öğretimle, ahlakla bağlantısı kurulurken تر ألم”görmedin mi?” (Kur’an-ı Kerim, 105:1) gibi hitaplarla okuyanlara ders verilmekte, Allah’ın kudreti ve kanunu öğretilmektedir (Râzî, 2009, s. 32/91-96). Çünkü kıssalarla yapılan vurgular çoğunlukla geçmiş milletlerin hatalarında ısrar etmeleri yüzünden tarih sahnesinden silinmesine ve ahirette düşecekleri azaba yöneliktir. Kıssalar her defasında inanan okuyucusuna küfürde, isyanda ısrarın akıbetini resmetmekte, adeta canlandırmaktadır. Bu yöntemin pedagojik üstünlüğü tartışılamaz. Zaten kıssaların Kur’ân’da sık aralıklarla yerine göre gündeme taşınmasının asıl amacı ahlakî ve terbiyevî oluşudur (Cerrahoğlu, 1976, s. 172). Terbiyede model oluşturmadan, modeli eğitilenlerin dikkatine sunmadan sonuç alınamaz. Eğitimde görsel-işitsel eğitimden, eğitim programından, iş başında eğitimden, pedagojiden bahsedildiğinde duygular gündeme gelmektedir (Komisyon, 2005, s. 606). Duygular ortamlarında aktif hale gelmektedir. Tasvirlerin de duyularla ilişkisinden, eğitim değerinden bahsetmenin bu bağlamda ayrı bir öneme sahip olduğuna inanıyoruz. Yapılan cennet ve cehennem tasvirleri, içindeki nimet ve azap tasvirleri görme, işitme, tat alma, dokunma duyularını dünyadaki benzerlerinden harekete geçirerek, akla ve muhakemeye dayanan bütün hisleri etkilemekte, iman konusunda sıkı bir muhasebe aşamasına ulaştırmaktadır. İşte bu nokta da muhatap bir ürperti ile yapılan tasvirleri dünyevi örnekleri ile değerlendirerek, batıldan hakka, yanlıştan doğruya, günahtan sevaba dönebilir. Hz. Musa’nın yolculuk ettiği bilge ile gördükleri, duydukları ve yaşadıkları eşliğinde büyük bir sabır eğitiminden geçtiği Kur’ân’ın bize sunduğu önemli bir öğretidir. (Kur’an-ı Kerim, 18:65-82) Arka planı bilinmeyen işlerde sabırlı olmak başarıya götüren ilke olarak karşımızdadır. Kur’ân temsiller yolu ile gözler önüne programlar sunmakta, gelişimin nasıl gerçekleştiğini insana öğretmektedir. Allah’a itaat edenleri anlatırken “onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler” (Kur’an-ı Kerim, 48:29). Şu halde gerçek manada inanan bir toplumun oluşması böyle bir ekinin yetiştirilmesi gibi yetiştirilmelidir(Sâbûnî, 2018, s. 1198). Kur’an pedagojinin harika örnekleri ile doludur. Soru cevap metodunu itikadi alanda kullanarak muhatabı yanlış inanca sapmama konusunda uyarırken mesajını tebliğ etmektedir. Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette “Allah”derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana her hangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki “Allah” bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.” (Kur’an-ı Kerim, 39:38) Ayette zikri geçen yöntem pedagojinin evrensel metodudur (Sâbûnî, 2010, s. 3/1069). Zamanın ve mekânın değişmesi ile sözü edilen yöntem, fonksiyonundan hiçbir şey kaybetmemektedir. Nitekim Zamahşerî’nin tefsirinde soru cevap metodunu ustalıkla kullanmasının ilham kaynağının bize göre Kur’ân olduğunu akla getirmektedir (Zamahşerî, t.y., s. 1/115). Sonuç olarak Kur’ân, her vesile ile köreltilen ve kirletilen fıtratın, tevbe ile arındırılacağını tekrar yaratılıştaki temiz haline dönüleceğini, insanın doğru ve güzel yönde yürüyebileceğini, bu konuda, bütün peygamberlerin, özellikle Hz. Peygamber’in hayatının örnek alınmasını öğütlemektedir. 

Ahlak

Ahlak hulk veya huluk kelimesinin çoğulu olup, Arapça’da “seciye, tabiat, huy” diye açıklanmaktadır. Lügatlerde insanın fiziki yapısı için “halk” manevi yapısı için “hulk” kelimelerinin kullanıldığına işaret edilmektedir. İnsanın fizyolojik yapısı da, davranışlarını ifade eden manevi yapısı da duyulara hitap etmektedir (Curcani, 2007, s. 246; İbn Manzur, 2008, s. 4/61). “Halk” kelimesinin ifade ettiği fizyolojik yapı, gözle idrak olunan suretlere, heyetlere, şekillere mahsus olduğu, “hulk” kelimesinin ifade ettiği mananın ise gönülle idrak olunan kuvvelere has olduğu kabul edilmektedir (Yazır, t.y., s. 8/5268). Ahlak insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünü demektir. Cahiliye döneminin ahlaki anlayışlarının arkasında duygularını tatmin etme, gösteriş, hayranlık duygusu uyandırma, şöhret kazanma arzusu yatmaktadır. Kur’ân geçici hazlara düşkünlüğün karşısına, insanın nefsini dizginlemesini, tabiatını öfke ve şiddetten korunması anlamına gelen hilm ve şefkati koymaktadır (Çağrıcı, 1989, s. 2/1-9). Bundan yoksun olanlar Hz. Peygamber’in büyüklüğünü, ahlakını anlayamayınca birtakım deliliklerde bulunmaktadırlar. Bunu zamanla sınırlamak elbette ki yanlıştır. Dün sergilenen negatif bakış ve tavırlar her dönemde mevcuttur. Kur’ân bu anlayışın karşısına Hz. Peygamber’i ve hayat tarzını model olarak çıkarmakta, örnek alınmasını istemektedir. Böylece bireyden başlayan davranışların düzelmesini topluma yaymayı amaçlamaktadır. Söz konusu amacın gerçekleşmesi ferdi, aileyi ve yönetimi rahatlatan bir başarı olarak değerlendirilmektedir. Kur’ân’da itikat, ibadet ve hukukla ilgili ayetler incelendiğinde tavsiyelerin, emir ve yasakların ahlakı güzelleştirmeyi, toplum düzenini sağlamayı hedeflediği görülmektedir (Demirci, 2005, s. 121-206; 2015, s. 25-52, 177-264). Söz konusu ilkelerin hayata geçmesi ile Kur’ân’ın temel hedefi gerçekleşecektir (Demir, 2009, s. 15-45). “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (Kur’an-ı Kerim, 68:4) buyruğu ile yüce ahlakın, Hz. Peygamber’in şahsında hayatı kuşattığına dikkat çekilmektedir. Hz. Peygamber’in ahlakı Kur’ân’dır. Bu da Allah’ın lütfudur (Yazır, t.y., s. 4/5268). Hz. Aişe kendisine sorulan soru sebebiyle Hz. Peygamber’in ahlakının Kur’an ahlakı olduğunu belirtmektedir (Müslim, 1955, s. 139). Dolayısıyla Hz. Peygamber vasıtasıyla Kur’an’ın tebliğ ve tebyîni; (Kur’an-ı Kerim, 5:99; 24:54; 16:44, 64) düşünce, söz ve davranışları olgunlaştırmakta, eğitimin meyvesi olarak, kendisine bağlanan toplumu güzel ahlaka taşımaktadır (Karagöz, 2015, s. 7-89). Tevhidi önceleyen Kur’ân (Kur’an-ı Kerim, 96:1-5, 112:1-4) kendisine inanan insan zihnini sağlıklı tutarak daha sonraki iman esaslarını kabule, oradan ameli konuların sağlıklı işlemesine götürmektedir. İnanan insan dedik, çünkü Kur’ân birtakım insanların Allah’ın kelamını dinleyip iyice anladıktan sonra onu bile bile tahrif ettiklerini (Kur’an-ı Kerim, 2:75) haber vermektedir. Bu bağlamdaki ayetlerin tamamında itikat ve ahlak bağlantısı bizlere sunulmaktadır. Kendisine intikal edenleri sağlıklı değerlendiren insan sorumluluk bilincinde bir inanca ve düşünceye sahip olmakta, davranışlarını ona göre kontrol etmekte, aklına gelen düşünceyi, söyleyeceği sözü, atacağı adımı empati yaparak değerlendirmektedir. Kur’ân bunların gerçekleşmesini, sağlıklı işlemesini emretmekte, nihayetinde sahih algıya ulaşma ile bunların gerçekleşeceğine dikkat çekmektedir. Allah’ın bahşetmiş olduğu “usve-i hasene”nin ancak böylece hayatla bütünleşme imkânı bulacağı ifade edilmektedir (Yazır, t.y., s. 4/5268). Bütün peygamberlerin tevhit mücadelesine karşı çıkanlar önce fikir ve inanç özgürlüğüne tecavüz etmekte, ardından insanların hukukuna tecavüz etmektedir. Küfür, nifak, zulüm eylemlerinin sahiplerinin insanlığa sergilediği manzara budur. Buna bağlı olarak fesat devreye girmekte, bireysel ve toplumsal bakışı etkilemektedir. Bu durumda inançla birlikte, hayatın psikolojik, sosyolojik, ekonomik, biyografik ve emniyet düzeni bozulmaktadır (İbn Manzur, 2008, s. 4/61; Ragıb el-İsfahani, 2009, s. 29). Kur’ân insanların olgunluğa erişmeleri, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmeleri için, önce fıtrata uygun olan sahih inanca, tevhide kavuşmasını emretmektedir. Takva, felah, (Kur’an-ı Kerim, 2:103; 5:100; 31:5) fevz, (Kur’an-ı Kerim, 33:71; 24:52) (Abdulbâkî, 1982, s. 526, 527, 758-761) kelimelerinin geçtiği ayetler incelendiğinde sahih algıya ulaşma ile bunların gerçekleşeceğine dikkat çekmektedir. Ayrıca Kur’ân’da iblis (Abdulbâkî, 1982, s. 134) ve şeytan (Abdulbâkî, 1982, s. 1382-383) kelimesinin geçtiği ayetler incelendiğinde, şeytanın insanlık tarihinin başlangıcından (Kur’an-ı Kerim, 2:36; 24:21) kıyamete kadar birey ve toplumun hayatını nasıl yıktığı, yanlış algı oluşturmaya çalıştığı bariz bir şekilde anlaşılmaktadır (Abdulbâkî, 1982, s. 382. 383). Şeytanın emrine aldığı duygu ve askerleri dikkatlere sunan Kur’ân insanlığı, gördüğü, duyduğu, hissettiği şeyler konusunda dikkatli olmaya davet etmekte, her devirde uyarmaktadır. Güzel ahlakın esasını oluşturan doğru sözün (Kur’an-ı Kerim, 33:70-71; Sâbûnî, 2010, s. 2/966, 967) işlerin düzelmesine şart gösterilmesi, sağırların kendilerini vahiyle uyaranı işitmemesi, (Kur’an-ı Kerim, 21:45) mütevâzi yürüyüşle, (Kur’an-ı Kerim, 17:37; 31:18) göz vasıtasıyla, akla ve kalbe hitap edilmesi, anne–babaya merhametin Allah’a itaatin öncülüğü ile oluşması (Kur’an-ı Kerim, 17:24) insanın vicdanını harekete geçiren muharrikler olması, istenen ahlaki atmosferdir. Helal lokmanın tadılması, haramdan kaçınılması kazanca ve maişete uzanan hukuki ve ahlaki değerlerdir. Temizliğin kapsama alanının düşünceden başlayarak hayatın her alanına yansımasının istenmesi, fıtratta var olan güzelliğin eğitimle geliştirilerek topluma yayılması güzel ahlak hedefini gerçekleştirecek bir strateji olarak ortadadır. Pis kokular, şahsen insanın bedeni ile ilgili olsun, yaşadığı çevre ile ilgili olsun Kur’ân’ın ortaya koyduğu, maddi ve manevi temizliğin ihlali ile gündeme oturan ve hayatı bozan, insanı tiksindiren bir husustur. Kırıcı konuşmalara (Kur’an-ı Kerim, 17:23), çalım satan yürüyüşlere (Kur’an-ı Kerim, 17:37), zinaya götüren bakışlara müdahale eden (Kur’an-ı Kerim, 24:30-31), başörtülerinin yakalarına salı verilmesini emreden ayetler (Kur’an-ı Kerim, 24:31) hep güzel ahlak eğitimi vermekte, güzel ahlaka götürmektedir. Bir hanımın ziynetlerini kimlere göstermesinde mahzur olmadığını ifade eden ayetler (Sâbûnî, 2010, s. 2/791, 792) yine ahlakın güzelleşmesine hitap etmektedir. (Kur’an-ı Kerim, 24:30, 31) Aynı şekilde gıybetin, iftiranın, tecessüsün, hasedin ahlakı hedef aldığı ve kirlettiği açıktır (Yazır, t.y., s. 6/4474-4476). Gıybet etmenin ölü kardeşin etinin yenilmesine benzetilmesi, fıtraten temiz olan insanı nefret kıvamına getirerek caydırıcılığı hedeflemektedir. (Kur’an-ı Kerim, 49:12) Yine Kur’ân’da tekâsür, mal, çocuklar, asıl asaletle övünmek (Kur’an-ı Kerim, 102:1-2), insanı Allah’a itaatten ve ahirete hazırlanmaktan alı koyan davranışlar olarak açıklanmaktadır. (Sâbûnî, 2010, s. 3/1540) Tüm bunların birey ve toplum yapısına zarar verdiği, insan aklını sahih düşünceden mahrum bıraktığı ise bilinen bir husustur. Fıtrat üzere yaratılan insanın temiz ve sağlıklı bir hayat sürmesi Yaratanın emir ve yasaklarına göre yaşaması ile gerçekleşmektedir. Kur’ân bu hedefin gerçekleşmesini, itikadi eğitimle başlatarak muamelat ve ahlak eğitimiyle de taçlandırmaktadır

Sonuç

Fıtrat, ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtmektedir. Fıtrat, insanın doğuştan sahip olduğu bütün özelliklerini ifade etmektedir. Değişim, gelişme, bozulma ve olgunlaşma yaratılışla varlığın temel yapısına konulan fıtrat sonrası meydana gelen olgular olarak açıklanan bir kanundur. Dinin ortaya koyduğu makasıt, fıtrat üzere yaratılan insanın önüne konulan, pozitif yönde gelişmesini hedefleyen ilkelerdir. Kur’ân bunların gerçekleşmesi, sağlıklı bir toplumun oluşması, dünya ve ahiret saadetinin kazanılması, fıtratın kirletilmemesi için gönderilen mesajın adıdır. Mezkûr hedeflere ulaşmayı kendisine gaye edinen insan, gönderilen mesajın beyan ettiği esaslara göre yaşamayı kendisine ilke edinmelidir. Kur’ân’ın beyanına göre insan en güzel bir kıvamda yaratılmıştır. Bu yaratılış onun fıtratıdır. Fıtratın yaratılışın ontolojisine dayandığı bir gerçektir. Fıtratını gönderilen mesajlarla geliştirmek için, insanın Kur’ân’a kulak vermesi kendisini onun ortaya koyduğu ilkelere göre eğitmesi ile mümkündür. Bu sorumluluk duygusunu ve inancını insana, onun fıtratına uygun olarak koyan Kur’ân, onu güzel ahlaka götürecek ilkelere göre eğitmekte, Hz. Peygamber’i, hayatın her alanında insanlığa model olarak göstermektedir. Böylece inanan insanı, fıtratı doğrultusunda eğiterek dünyasını güzelleştiren Kur’ân, nihai hedef olarak onu ahiret saadetine hazırlamaktadır. Kur’ân’ın evrensel olarak insan hayatına sunduğu tevhid, nübüvvet, ahiret, takva, hukuk, adalet, sabır, felah, helal-haram, emir-yasak, cennet- cehennem, namaz, zekat, oruç, hac, melek, vahiy, gayb gibi kavramların hepsi fıtrat üzerine bina edilmekte, eğitimle yakından ilişkisi aktif olarak fonksiyonunu icra ederek insanı güzel ahlaka taşımaktadır. Söz konusu kavramlardan tevhide inanan insan, kalben kararını vermiş doğru olanı seçmiş, küfrü, şirki, nifakı, fesadı, isyanı, reddetmiş demektir. Yaratılışla aynı kökten gelen, ahlakı odak kelime yaptığımızda karşıtında, gayrı ahlaki, yaratılışa, yani fıtrata aykırı olan küfür, şirk, nifak, fesat, terör, zina, yalan, inkâr, zulüm gibi insanın fıtratını körelten kavramların hâkimiyetini görürüz. Bu kavramların kendisini esir aldığı insanın dünyası da ahireti de zarardadır. Teknik bir aleti dahi amacının dışında kullanırsanız zarar verirsiniz. Allah insanı fıtraten kendisine kulluk için yarattığını beyan etmektedir. Bu hakikati görmezlikten gelerek yanlış yollara sapanların ahlaki gidişatları, acı akıbetleri, kalıntıları, ibret için Kur’ân’ın sunduğu kıssalar, aynı akibete düşmemeyi öğretmektedir. Evrende her şey kendi yaratılış amacına hizmet ederken insanın Yaratıcısını tanımaması vahim bir manzaradır. Bu manzaranın düzelmesi, ancak fıtrata sahip çıkarak, Hz. Lokman’ın eğitim stratejisiyle güzel ve ahlaklı nesiller yetiştirmekle mümkündür.

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0